İstanbul; Sürprizli Şehir

Alkım, analog faaliyetlerden bahsettiğinde aklıma yıllar önce bir söyleşide Yunan yönetmen Theo Angelopoulos’un söyledikleri geldi. Dijital kameralar daha yeni yeni kullanılıyordu. Hepimizde yeniye olan merak, ilgi had safhadaydı. Öte yandan endişelerimiz de vardı. Angelopoulos’a dijital ve analog konusunda ne düşündüğü sorulmuştu. Yanıt yıllardır aklımda; “Dijital dünya zihinsel dokunma, analog ise tensel dokunma”. Hadi ben buna bir de beş duyumuzdan kokuyu ekleyeyim. Karanlık odada siyah beyaz fotoğraf basmanın bir kokusu vardır. Tıpkı sokakların, şehirlerin, şehirlerdeki parkların kokusu gibi. Ya İstanbul’un kokusu? Bazen deniz kenarında yürürken yosun kokusu, bazen kızartma yağında balık kokusu… Ya da nasıl demiş Orhan Veli ; Güzelim bahar rüzgârında, ter kokuları; İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı… Ahh bizim İstanbul… Ne çok değişti yıllar içinde. Değişmeyen ise onun sürprizli yüzü. Bakın size Marmaray’da yaşadığımı anlatayım. Yaş kestirmek konusunda çok iyi değilim ama aşağı yukarı altmışlarının sonunda olduğunu tahmin ettiğim bir kadın elinde torbalarla Erenköy’den bindi. Üç genç kadının önünde durdu; “Kalkın bakalım, yer verin teyzenize” dedi. Ortada oturan kalktı. Diğerleri sanırım duymadılar ya da duymamazlığa geldiler. Üçünün de kulaklarında kulaklık olduğunu özellikle belirtmek isterim. Kulaklık kullanmak günümüzde pek yaygın ya, sosyal izolasyon mu acaba? Neyse, döneyim Erenköy’den binen yolcuya. Yanındaki kadınlara birkaç kez “Siz niye kalkmadınız?” diye sordu. Sesi kızgın değildi, aksine şefkatliydi. Ona yer veren kadının nerede ineceğini öğrendi. Ellerindeki torbalardaki yükünün kuru ve yumuşak ekmek olduğunu söyledi. O üç kadın yolcu da, diğer yolcular da onunla konuşmak istemiyorlardı aslında. Kadın devam etti, ekmekler kuşlara ve balıklara. Kuru olanlar hooop denize, balıklara, yumuşak olanlar kuşlara. Kadın, Erenköy’den Söğütlüçeşme’ye kadar konuştu. Bense uzaktan izleyen oldum, izleyen ve hayal kuran. Neyin mi hayalini kurdum? Çocukluğumdaki sokağın ve bahçelerin… Annemlerin komşularla balkondan balkona konuştuğu, hatta kısa muhabbetler ettiği, benim arkadaşlarımla oyunlar oynadığım sokak ve bahçelerin. Saklambaç, körebe miydi, neydi sahi ismi? Bir de aç kapıyı bezirgânbaşı vardı galiba. Sokaklarda saklanabileceğimiz köşelerimiz de vardı. Olmadı mı, haydi bahçelere... Bir keresinde arkadaşımla bizim bahçeye akşam sefası tohumları atmıştık. Ahh be teyzem ! (dedim içimden) . O mahalleler kalsaydı, belki de böyle trende kulağında kulaklıklı yolcularla konuşmaya çabalamayacaktın, mahallende komşuların seni sokakta yürürken gördüğünde de muhabbet edecektiniz. Belki de ekmekleri, sokağındaki boş arsalara atacaktın. O kalabalık Marmaray’da üç durak arasında, susmadan konuşan kadına rastladığıma mutluyum. Beni nerelere götürdü. Şanslıyız ki hâlâ çocukluğumun sokakları bazı semtlerde yaşıyor. Bu semtlere gitmek, şehre tensel dokunmak değil de ne! Yazı: Berna Kuleli Fotoğraf: Berna Kuleli

Yorumlar

Popüler Yayınlar